Kitabın şeceresini vermeden önce kısaca şunu söyleyeyim zira yazının tamamı uzun olacak gibi: Kurgusu güzel, dili sorunsuz, kolay okunacak ve minyatür sanatımız ile ilgili bilgilerin dercedildiği bir roman okumak istiyorsanız Benim Adım Kırmızı’yı gönül rahatlığıyla önerebilirim. Ama derinliği olan, okuduktan sonra aklımda kalacak, gönlümde yer edecek bir şey olsun diyorsanız bu 470 sayfayla hiç vakit kaybetmeyin derim.
Evet,benim beklentilerime göre hayal kırıklığı oldu. Belki yazıldığı-ilk basıldığı dönemde okusaydım daha orijinal bulabilirdim. Ama şimdi sıradan bir roman benim için. (Ali Ural’dan duyduğum o cümleler aklıma geldi son cümleyi yazdıktan sonra: Yüzyılların yaptığı seçime güvenin demişti, klasikleri öncelememizi salık verirken.)
Bu arada İskender Pala’nın – her ne kadar Pamuk’tan yıllar sonra yazmış olsa da- Katre- i Matem’i ile benzer kurgusu ve tarihi fonda geçmesi ortak özelliklerine rağmen, Katre-i Matem çarpı on kat sürükleyici gelmişti.
Kitabın adı: Benim Adım Kırmızı
Yazarı: Orhan Pamuk
Yayınevi: İletişim
Basım yılı: 2007
İlk basım yılı :1998 (kitabın sonunda yazım dönemi şöyle belirtilmiş: 1990-92 ve 1994- 98)
Arkadaşım Şebnem Önem'e ait özgün tasarım bir minyatür |
Minyatür: Şebnem Önem |
Roman 59 kısa bölümden oluşuyor ve her bir bölüm bir karakterin ağzından, okurla birebir konuşur tarzda yazılmış. Misal 1. bölüm “Ben Ölüyüm” adını taşıyor ve daha ilk cümlede sizi meraka bağlıyor. Kitapta, bir ağaç resmi, bir köpek resmi bile birer bölüm ve haliyle anlatıcı. (Meddah’ın canlandırması hoş bir buluş)
Roman, minyatürdeki batı etkisinin saray ve nakkaşlar çevresinde yol açtığı tartışmalar üzerine. Kabaca, lafın İslam’daki tasvir yasağı etrafında döndüğünü söyleyebiliriz. Zira işlenen iki cinayet de bu sebeple. Misallerden bir misal : S: 185: …Perspektif ilmiyle resim yapmanın,Frenk usüllerinden yararlanmanın şeytan ayartması olduğunu söylüyormuş. (…) ona bakanda, resim değil gerçek izlenimi uyandıracak bir şekilde öyle resmediyormuşuz ki, yaptığımız şeyi görenlerin içinden tıpkı kiliselerde olduğu gibi resme secde etmek gelecekmiş.(…)
Bu noktada, İslam’daki tasvir yasağı hakkındaki en güzel bir çalışma için Beşir Ayvazoğlu’nun Aşk Estetiği kitabını şiddetle öneririm, naçizane.
Konuyu özetleyeyim:
Zarif Efendi lakabıyla bilinen saray nakkaşlarından birisi ortadan kaybolur. Zarif Efendi, padişahın gizli emriyle bir kitap için nakşetmektedir, diğer usta nakkaşlarla birlikte. Ki hiçbiri birbirinin ne üzerinde çalışığını bilmemektedir. Kitap, Enişte Bey’in yurt dışında görüp hayran kaldığı Frenk resimlerinin burada da yapılmasını istemesiyle padişahı etkileyerek yaptırttığı bir kitaptır. Enişte Efendi’nin korktuğu gibi Zarif Efendi öldürülmüştür. Enişte Efendi, yıllar sonra İstanbul’a dönen yeğeni Kara’yı bu işte kendine yardımcı olması için çağırır. Kara, Enişte Bey’in kızı Şeküre’ye aşıktır ve zamanında reddedildiği için İstanbul dışına görevlere gitmiştir. Şeküre ise bir askerle evlenmiş, iki oğlu olmuştur ama dört yıldır eşinden haber alamamıştır ve kaynının rahatsız etmelerine dayanamayıp baba evine dönmüştür. Bir süre sonra Enişte Bey de aynı katil tarafından öldürülür ve Şeküre kendisinde gözü olduğunu anladığı Kara’ya, kendisiyle evlenmek istiyorsa babasının katilini bulması gerektiğini söyler. İla ahir…
Pamuk’un, romanın kurgusunu katilin ağzından özetlediği yer:
S:115-116
“…Kafasını ve ellerini bir üstadın, gövdesini ve kıyafetlerini başka bir ustanın çizip boyadığı o insanlar gibi, kendimi iyice ikiye bölünmüş hissettiğimi görüyorsunuz. Benim gibi Allah’tan korkan biri hiç hesapta yokken katil olunca hemen alışamıyor. Eski hayatım sanki sürüyormuş gibi davranabilmek için katilliğe uygun bir ikinci ses edindim. Eski hayatıma hiç karıştırmadığım bu alaycı ve hain ikinci sesle konuşuyorum şimdi. Katil olmasaydım konuşacağım o bildik tanıdık eski sesimi de zaman zaman dinleyeceksiniz tabii, ama “ben katil” diye değil de lakabımla. Bu ikisini birleştirmeye kalkmasın kimse, çünkü beni ele verecek kişisel üslubum ve kusurum yoktur benim. Üslubun, bir nakkaşı diğerinden ayıracak herhangi bir şeyin kusur olduğuna inanırım; bazılarının övünerek söylediği gibi kişilik değil.
Ama benim özel durumumda bunun bir sorun yarattığını da kabul ediyorum. Çünkü üstat Osman’ın bize aşkla verdiği ve Enişte Efendi’nin de sevip kullandığı takma adlarımızla söylersek, benim Kelebek mi, Zeytin mi, Leylek mi olduğumu anlamanızı istemiyorum hiç. Anlarsanız, büyük ihtimal hemen koşa koşa beni Bostancıbaşı’nın işkencecilerine teslim edersiniz. Bu yüzden her şeyi düşünüp söyleyemem. Kendi kendime düşünürken bile sizin beni izlemekte olduğunuzun farkındayım aslında. Hayatımın beni ele verecek teferruatını, öfkelerimi düşüncesizce aklımdan geçiremem.(…)
Sahiden de böyle yapıyor Pamuk. Katili merak ettiriyor ama okura bunun ipuçlarını verecek detaylı bir işe girişmiyor . En azından benim okuduğum kadarıylaJ
Karakterlere gelince; ben, Yahudi bohçacı- çöpçatan Ester karakterinden hoşlandım. Filmlerden bildiğimiz bohçacı karakteri ama olsun. Şen şakrak, oldukça akıllı,kendini tehlikeye atmadan çift taraflı iş gören, hesapçı.
Şeküre de diğerlerine nazaran oturmuş/ belirgin bir karakter: İçten pazarlıklı,sinsi,akıllı vb… Diğer karakterler (ki Kara belki biraz önde), silik. Zaten romanımız klasik “serüven tipi kurguya” yakın olduğundan karakterlerin derin olmasını beklemiyoruz.
Daha not aldığım noktalar oldu ama bir blog yazısı için çoktan sınırı aştım sanırım. Son sözler: Romanda, herhangi bir karakter tarafından söylenmiş olarak ortaya atılmış kimi önermeleri çok subjektif, zayıf bahaneli buldum. Bütün minyatür tarihi ve elemanları iyice incelenerek anlatılmış, hatta bölüm karakteri seçilerek yazılmış bu romanda Pamuk, hep yaptığı gibi aşk,cinsellik ve şehvet baharatından sıkça serpiştirmiş.
Gerek eserleri, gerek çalışma tarzı hakkında okuduklarıma bakarak, yine de Pamuk, “çok satacak/okunacak” bir roman nasıl yazılır, iyi biliyor. J
Daha hiç Orhan pamuk okumadım, merak ederim yıllardır ama sıra gelmiyor yahu... Çok tasvirli yazdığını ve okuyanların sıkılabildiğini biliyorum bundan mıdır bilmiyorum sürekli ertelemem.:)
YanıtlaSilSevgiler
Evet, sıkıldım ben de doğrusu, demek ki ortak bir "nokta" var şu anda Pamuk okurları arasında :)
YanıtlaSilNobel'i bir TC vatandaşı olarak kazanmış olmasına binaen,fikir edinmek adına okumalıyız, yoksa acelesi yokmuş bence de:))) En azından okuduğum 3 kitabına bakarak şimdilik böyle durum,benim cephemde.
Sahafların gediklisi,fena halde kafa bulmuş milletle televizyon ekranlarında.:) Bahsettiğin anektod,Emre Kongar'ın biricik (polisiye-siyaset-tarih-güldürü) romanı olan, "Hocaefendi'nin Sandukası"romanının giriş bölümünde anlattığı uydurma hikayeden alıntı olup o üçüncü kişi Umbetro Eco'dur.:)
YanıtlaSilOrhan Pamuk hakkında genel bir yorum uzun yer kaplar, kendisi ile ilişkimi yıllar yıllar önce, Yeni hayat ile bitirmiş olduğumdan, bu kitabını da okumadım. Kara Kitap ise hala başucumda durur. Arada,uzun cümle çözümlemesi gerektiğinde açar bakarım.
YanıtlaSilUsta, belgeseli karambole izlediğim için belki de senin anlattığın gibi söylemişti ama büyük ihtimalle ya kafa buldu, ya da kulaktan dolma duyduğunu yalan-yanlış söyledi. Ama belgeselciler bunu niye kırpmamışlar? :)
YanıtlaSilYeni Hayat ile başladım Pamuk yolculuğuna, kendimi zorlayıp bir tane daha okudum; şansıma Sessiz Ev düştü. Biblio'nun dediği gibi ekstra bir durum olmazsa okumam artık:)
thanks.
Cevdet Bey ve Oğullarından sonra ben bu adamı hep okuyacağım demiştim. Maalesef olmadı.
YanıtlaSilBir de kendisini kişisel olarak tanıyan insanların söylediklerinden sonra iyice soğudum adamdan. Doğru değil yaptığım, biliyorum, ama sevmediğim insanları okuyamıyorum.
cık cık yakıştıramadım meslektaşıma son cümleyi :)
YanıtlaSilBazen öyle oluyor, ama bunun ardında yazdıklarını da çok beğenmemişiz ki kendisine olan şahsi mesafemizi ön plana çıkartıyoruz diye düşünüyorum...
Ben de kendisinin çok disiplinli çalıştığını okumuştum bir röportajında. (Hatta blogda olması lazım.)O saat soğudum :)))