"AŞK " BİTTİ, NİHAYET!

Aşk ve aşkın 40 kuralı!

Gönlü geniş ve ruhu gezgin sufi meşreplilerin 40 kuralı!



                                                                               

     Evet, Aşk’ı bitirdim nihayet. Baştan söyleyeyim; hayal kırıklığı oldu benim için. Okumadan önce internette bazı köşe yazarlarının yorumlarına, sert eleştirilerine rastlamıştım. Umarım o kadar da değildir diyordum ama neredeyse o kadar!
     Oysa Elif Şafak’tan hiç değilse daha özenli bir çalışma beklerdim. Gerçi onun sadece Araf’ını okumuş biriyim ama bu kesinlikle onun kadar iyi değil.

     Bilhassa sonlara doğru kitap iyice soğutuyor kendinden. Hele de konu Mevlana Hazretleri ve sufilik olunca insan ister istemez çok iyi bir şey bekliyor. Elbette birebir bir yaşam öyküsü beklemiyoruz, kurgulanmış, gerçekte yaşanmamış şeyler yazılabilir ama öyle kısımlar, cümleler var ki biraz İslamiyeti ve sufiliği bilen birisini hayal kırıklığına uğratabilir. Biçimde ise konuşma ağzının getirdiği basitlikten başka bir sorun göremedim.





Öncelikle kitap bilgileri:

1.baskı,2009

Doğan Kitap

İngilizce aslından yazarla birlikte çeviren: Yiğit Us



          İlk önce şu genel kanımı söylemeliyim: Kitap sanki genel Amerikalı okuyucusu için yazılmış gibi daha çok. Çoğu sahneler size, sıkça izlemiş olduğunuz bir Amerikan “aile- birey-toplum ilişkisi” konulu filmleri hatırlatacaktır: İstediği (istediğini sandığı) aile ve sosyal mertebeyi elde etmiş ama içten içe huzuru/mutluluğu olmadığını bilen, kırkına girecek bir ev kadının, kendi öz isteklerini anlama ve onun peşinden gitme süreci…


          Bu arka fonda, Şems ile Mevlana’nın tanışma, kaynaşma serencamını anlatan roman (kadın karakterin çalıştığı yayınevinin incelemesi için ona verdiği roman).


          Biçim olarak ilahi bakış açısıyla yazılmış. Ancak kadın karakter Ella’nın bölümleri dışında romandaki karakterlerin ağzından yazılmış bölümler söz konusu, tıpkı bir günlüğün sayfaları gibi; Mevlana’nın, eşinin, oğullarının, Şems’in ve diğerlerinin…

          Kurguda sorun göremedim. Kendini merak ettiren bir kitap olarak başlıyor ve ilerliyor.

         Başta da dediğim gibi biyografik bir çalışma beklemiyoruz bir kurgu roman için ama hiç değilse 1240lı yıllarda geçen kısımlarda Şems ve diğer tüm karakterlerin bugünün argosu ve kavramları ile konuşmamasını beklerdim ben. Şems, Kalenderi bir derviş olsa bile bugünün argo kelimelerini, konuşma dilini, “göz kırpmalarını” kullanmasaydı. Diğerleri de öyle. Kitabın Amerikan toplumu ilk plana alınarak yazılmış dememin bir sebebi de bu: Amerikan konuşma ağzının Türkçe’ye çevrilmişi gibi geldi bana.(Dizilerden bilebildiğim kadarıyla söylüyorum :)) (Allah’tan rol çalmak, yerse, şafak 624,bozuk çalmana gerek yok…ve aşağıda belirttiğim diğerleri)


       Çöl Gülü karakterinin hikayesi, Kerra’nın hikayesi… Filmlerden çıkma gibiydi. Evet, görsel ve sorunsuz ama orijinal bir tat bırakmadı bende. Öyle ifade edeyim.


       Kitabın genelinde bu günlük konuşma ağzı var. Ama dediğim gibi bir şekilde oturmamış hikâyeye.

         Ve asıl nokta: Mevlana ve Şems hazretlerinin, Mevleviliğin (ilk oluşumu da olsa) anlatımına gelelim. Ben zamanında bu konuda, küçük, samimi okumalar yapmış birisi olarak memnun kalmadım. Güzel noktalar yok muydu? Vardı elbette. Mesela Şems’in ve Mevlana’nın rüyaları, Şems’in sonunu bile bile Konya’ya gitmesi gibi biz doğu toplumunun aşina olduğu ve sevdiği öğeler. Ama dedim ya Elif Hanım’dan biraz daha özenli bir çalışma beklerdim.
         Sufiliği bilmeyen için İslam dininin sınırlarının aşırı genişletilmiş bir yorumu gibi gelebilir mi acaba, diye de düşündüm.

         Nasıl desem ….bilemedim…
        Gelelim altını çizdiğim yerlere:

……Michelle gibi hırslı ve kariyer odaklı bir kızla takışmaya niyeti yoktu…..S: 25



……Nereden bilebilirdi ki Ella, bunun öylesine bir roman olmadığını? Nereden bilebilirdi ki tüm hayatının akışını değiştirebileceğini?............S:30    (Çok klişe geldi bana)



Yıllanmış korkunçluğu, katılığı ile bilinen katil, cinayet için: “bu zehir zıkkım günahı” diyor. S:41



….Köylü beni şehir merkezinde atınca ilk işim kalacak bir yer aramak oldu…(Şems diyor bunu) S:143





S:216’dan itibaren başlayan kısımlarda;


Kız kardeşim elini çırptı, “Ayıldı, yaşasın Kimya geri geldi.”


Bir bilge adam, hayaletler, ruhlar gören (!) Kimya için “Kızınız müstesna bir çocuk. Allah ona büyük bir kabiliyet vermiş….” diyor.


(Bildiğim kadarıyla İslam’da hayalet yoktur. Ruhlar da öyle elini kolunu sallayarak dolaşamazlar. Bilhassa dinen büyük zatların ruhları ancak Allah’ın izniyle serbesttirler. İlerleyen bölümlerde de Kimya’yı, yabancı bir kanalda oynayan “Ghost Whisperer” dizisinin kahramanı olarak buluyoruz zaten.)



“Kızım Kimya özel bir çocuk.” Diye başlıyor kızın babası Mevlana’ya anlatırken…(1240’larda böyle bir tabir var mıydı diye düşündüm ister istemez )



S:219’da sadece Kimya’nın görebildiği hayalet (Mevlana’nın ilk eşi) kimya’nın ellerini tutuyor ve “Söz veriyorum, her şey güzel olacak” diyor.



S: 247’de anlatılan Şems ile Kimya’nın yakınlaşma sahnesi ise bana C.Firth ile S.Johanson’un oynadığı İnci Küpeli Kız’daki bir sahneyi anımsattı.
Ve itiraf etmeliyim ki “asi” de olsa bir dervişin bu şekil bir “kayma” yaşaması beni rahatsız etti. Ne diyeyim, o da bir insan(dı). :)

S:377’de kimya Şems için “Beni yaratıcı düşünmeye sevk ediyordu.” Diyor.


Bir de şu 40 kural. Bilen birisi sufilikte böyle 40 kural filan yoktur dedi. Çoğu güzel şeyler anlatsa da “fazla özlü kaçmış” gibi geldi bana.


37. kural da kafama takıldı: “ Tanrı kılı kırk yaran, titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur.”denmiş.

Elbette o her şeyin zamanını bilir, ancak çalışmasına gerek yoktur: Ol deyince oluverir her şey bir anda!


Benzer daha birçok yer var. Ama hepsini yazmaya ne gerek var?

                                                 Hayal kırıklığı ve muz kabuğu Pepe!